Eğer havadaki belli bazı toksinlerin varlığı, araştırmacıların ‘hepimizin su altında nefes alması halinde insan sağlığının gelişeceği’ sonucuna varmasına yol açsaydı, biz klinisyenler olarak bu tavsiyeyi hastalarımıza sunmadan önce kesinlikle tereddüt ederdik. Suyun altında nefes alamadığımıza dair bu belirgin gerçek, bizi bunu böyle yapmanın varsayılan faydalarından daha fazla ilgilendirir ve ilgilendirmelidir de. Eğer bir bilim, -derinlik, sıcaklık ve içeriğe dayanarak- en ayırt etmeyi mümkün kılsa bile, böylesi bir sorgulamanın anlamsızlığı bizleri diğer anlayışlardan daha fazla etkiler.
Gerçek şu ki, biz suda nefes alamayız (diğer türler bunu yapabiliyor olsa da); çünkü biz, evrim güçleri tarafından bunu yapmak üzere tasarlanmadık. Dolayısıyla, hastalarımızı yapamayacakları şekilde yemeye teşvik etmek, onları yapamayacakları şekilde nefes almaya özendirmekten farklı değildir.
Geleneksel beslenme danışmanlığı uygulamaları, hastalara öncelikle neleri yemeleri gerektiğini tavsiye etmek üzerine odaklanmıştır. İnsanların neden bu şekilde besleniyor olduğunu bildiğimizde ve beslenme alışkanlığını değiştirmek için üstesinden gelinmesi gereken engelleri anladığımızda, bu bilgi önemli bir hale gelmektedir. Fakat bu sorular yanıtlanmaz ise, bu bilgilerin bir değeri olmaz. Beslenme danışmanlığı yoluyla sağlığın geliştirilmesi ve hastalıkların iyileştirilmesinde elde edilen sınırlı başarı, bu alandaki sorumluluklardan vazgeçmenin değil, tam tersine bu amaçlara nasıl ulaşılabileceğini yeniden gözden geçirmenin nedenidir.
Birçok tür için tolerans sınırları, postun uzunluğu, solungaçların varlığı, gaganın şekli gibi anatomik farklılıklarda kabaca gösterilmiştir. Eğer, insanın çevresel toleransının sınırlarını genelde göz ardı ediyorsak, bunun sebebi zayıf yönlerimizin gizlenmiş olmasıdır. Bizler, daha az görünür bir şekilde fakat diğer taraftan, herhangi bir türden daha az görünür olmayacak şekilde, belli bir çevreye tam tamına uymaktayız ve diğerlerine uygun olmamaktayız. İnsan sağlığı ve çevre arasındaki mevcut uyumsuzlukların anlaşılması gerekmektedir. İnsanın beslenme alışkanlığını değiştirmek için, neyi neden yiyor olduğumuzu anlatmamız gerekmektedir.
Günümüz insanının beslenme alışkanlıkları ve beslenme fizyolojisinin oluşumunda evrimin izi anlaşılır bir şekilde sürmektedir. Kolay kilo almaya ve oldukça zor kilo vermeye olan neredeyse evrensel eğilimimiz, belki de bunun en önemli ve tek örneğidir. Kilo alma hassasiyeti, kısmen kalorili besinlere yönelik yüksek duyusal tercihler aracılığıyla sağlanmış olabilir. Neel tarafından öne sürülen Diabet genleri gibi, uzun süreli besin bolluğu şartları altında obeziteyi artıran bu tür bir tercih, bin yıl süren bolluk ve kıtlık döngüsü boyunca hayatta kalma avantajı sağlamış olabilir.
Bin yıllık evrimin insanlığa bağışlamış olduğu fizyolojik dürtüler göz önünde tutulursa, rafine şeker, işlenmiş karbonhidrat ve yağ gibi kalori açısından yoğun besinlerin yaygın olarak tercih edilmesi beklenen bir durumdur. Bu dürtülere, genellikle besin ortamının onlara uyum sağladığı ölçüde izin verilmektedir. ‘Besinlere erişimi zor olan bölgeler’in obezite üzerindeki etkisini inceleyen son zamanlarda yapılmış araştırmalar, besine erişim ve obezite arasındaki ilişkiye karşı çıkmaktadır; çocukluk döneminde ve yaşanılan yerde satılan besinin türü ile ergenlik döneminde görülen obezite arasında bir ilişkinin olmadığı ileri sürülmüştür. Ancak, yoksul mahallelerde daha fazla hızlı/hazır yiyecek (fast food) restoranları, bakallar ve büfenin olduğu bulunmuştur. Bu durum, problemin özellikle daha iyi besin seçeneklerine erişimin eksikliği değil, sağlıksız seçeneklerin daha fazla mevcut olduğu düşüncesini desteklemektedir. Sağlıklı beslenmeyi daha zahmetsiz bir hale getiren çevresel değişimle birlikte, eğitim ve bireysel motivasyonun gelişiminin davranışsal değişimi gerçekleştirmesi mümkün görülmektedir. Aslında davranışsal değişim üzerine yapılan araştırmalar da, bireyin anlayışını yönlendirmeye, duygularını etkilemeye ve çevresini şekillendirmeye yönelik bu 3 alanda etkili değişimin gerekli olduğunu savunan benzer bir tartışma yapmaktadır.
İnsanın beslenmesine yönelik kısmen evrimsel biyolojiye dayanan bir yaklaşımın bazı kısıtlamaları bulunmaktadır: Atalarımızın neyi nasıl yediğine dair bilgimiz, en iyi durumda bil eksiktir ve atalarımız oldukça kısa bir süre yaşamıştır. Fakat atalarımızın beslenme düzenine dair bilgilerimiz, her ne kadar sağlığın desteklenmesi için uygun beslenme düzenini tanımlamakta başarısız olsa da, bizlerin beslenmeye yönelik eğilimlerini ve tercihlerini açıklamakta yararlıdır.
Hastalarımıza, beslenme düzeninde değişiklik yapma açısından karşılaşılan ortak hassasiyetler, yeme isteği ve tiksinme gibi eşitli engellere değinmeden ne yiyecekleri konusunda tavsiye vermemiz, kutup ayılarını Kuzey Afrika’da ısıyı muhafaza etmeyi bırakmaları konusunda teşvik etmeye benzeyebilir. Sağlıklı beslenme konusundaki engellere değinerek ve hastalarımızla bunları üstesinden gelmeye çalışarak, beslenme danışmanlığı alanındaki çabalarımızın halk sağlığı açısından kayda değer gelişmelere dönüşmesini bekleyebiliriz.
Tüm bu yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak burada hedeflediğimiz kişiye sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmaktır. Kişiye özel olan uygun beslenme programı ile hayatına yön verebilmek oldukça önemlidir. Obezite riski altında olan bir bireyin haftada kaç kilo verdiğiyle değil, sağlıklı beslenme alışkanlığını hayatına ne kadar entegre edebildiği kısmıyla ilgileniyoruz. Son zamanlarda en çok karşılaştığımız sorulardan birkaçı; ‘1 haftada sağlıklı olarak ne kadar kilo verilir?’ ya da 2 ayda 20 kilo vermek sağlıklı mıdır?…
1 haftada sağlıklı vücut ağırlığı kaybı 1 kilogramdır. Bizim 1 haftada 3 kilo kaybeden danışanımız da var, 500 gr kilo kaybeden danışanımız da var. Bunun değişkenlik gösterme sebepleri olarak kişinin cinsiyeti, metabolizması, kronik hastalığı olma durumu, yaşı, yaşadığı çevre, egzersiz programı gibi pek çok etken sayılabilir. Asıl odaklanmanız gereken 1 haftada kaç kilo verdiğiniz değil, sağlıklı beslenmeyi sürdürebilir hale getirmektir. Kilo kaybı olurken kişinin vücudunda yağ oranı düşebilir, kas kütlesi düşebilir ya da sıvı kaybediyor olabilir. Bu noktada kişi kaybettiği kilonun %90’ını yağdan kaybettiyse başarı sağlanmış demektir. Bir diyetisyen olarak hedeflediğim kilo verme döneminde kişinin yağdan kaybetmesi ve kas kütlesinin korunması. Çünkü su ve kastan kaybedilen ağırlık kalıcı ve sağlıklı olmayacaktır. Aç kalarak yaptığınız tüm kulaktan dolma diyetleri unutun ve aç kalmadan sağlıklı vücut ağırlığınıza kavuşmak için hemen bir diyetisyene başvurun. Ne de olsa ‘Doğru Besin Seçimi Tüm Hayatını Değiştirebilir’.
Eğer siz de sağlıklı bir şekilde kilo vermek için daha detaylı bilgi almak istiyorsanız, https://www.beyzayalav.com adresinden bana ulaşabilir, konuya ilişkin çeşitli bilgiler ve sağlıklı yaşam tarifleri edinebilirsiniz.