İletilen her şey bir iletişime ve beraberinde ilişkiye araçtır.
Konuşarak, yazarak, koklayarak, dinleyerek, dokunarak, bakarak ileti alınır ve gönderilir. Hepsi de mutlaka öteki kişide bir etki ve anlam oluşturur. Yani tüm duyu organları ve zihinsel yansımalar ile iletişim kurulur, devam ettirilir. Bir şekilde başlamış olan bir ilişki durumundan mutlak anlamda bitmesinden bahsetmek neredeyse imkansızdır.
İletişim sürecini başlatmak istenilen, arzu edilen ihtiyaçların farkedilmesi ve bununla ilgili beklenti oluşması ile mümkün. İdeal olan devamlılık, beklenti ve ihtiyaçların karşılanma oranı ile paralellik göstermesidir. Edimsel koşullamadaki klasik pekiştirme modeli bu durumu açıklar. İstenene ulaştıkça onu talep etme motivasyonunun artması ile kısaca açıklanabilir.
Ancak süreç her zaman öyle işlemez. Şans oyunlarındaki gibi hiç tutmayan bir kuponda ısrar etmek buna bir örnektir. Burada işin içine kişisel algılama ve kişisel tatmin beklentisi dahil olmaktadır. Kaybettikçe hırslanmak ve elde etmeye çabalamak.
Bunu ilişkilerde de sıkça gözlemek mümkün. İstediği ilgiyi almak için, daha fazlasını almak ya da alamadığını düşündüğünü elde etmek için sevgili peşinden koşma efsanesi herkesçe malum.
Buraya kadar isteklerin aktif talep ile iletilmesinden bahsettim. Bir de görece pasif olma ile talep etmek değil talep edilir halde olma hali de söz konusu olmaktadır.
Bunun nedeni yüksek olasılıkla taleplerin karşılanmaması, geç karşılanması ya da koşullu halde karşılanmasıdır. Erken yaşlardaki çocuk reddedilme şeması ile duygusal olarak geri çekilir. Aynı doğrultuda ebeveynler de içlerindeki duygusal baskı(vicdan) ile hareket ederek talebin uygunluğu yerine çocuğun kendisine odaklanır.
Bunun gibi çocuklukta anne- baba ve sosyal çevre ile kurulan ilişki şemaları yaşamımızın sonraki devamında da etkili ve belirleyicidir. Tabi kişinin kendi yaşam ve ilişki tarzını oluşturma ve yönetme süreci de hesaba katılmalıdır.
Belli başlı şemalar; ebeveyn ve sosyal çevre tarafından dinlenme, anlaşılma, kabul görme, sevilme, ilgi odağı olma, dikkate alınmama, gözden kaçma, kıyaslanma, biricik olma, yok sayılma sayılabilir.
Erken dönemde yakın çevre ile iletişim sonucu bu şemalar içselleşir. Süregiden yaşam döngüsünde, yakın ilişkilerde de kendini gösterir. Bu süreç, ilişkideki bağlanma tarzından da etkilenir. Anne-çocuk arasında açık iletişimin, güvenli bağın olmadığı yani kaçıngan ve güvensiz bağlanmanın olduğu durum. İlgiden emin olmama hali, onu sürekli onaylama ve güncelleme telaşı doğurur. Bir nevi oyuna dönüşür.
İlgi ve değer görmenin geri çekilme deneyimi ile öğrenilmesi bazen eğlenceli, gizemli, hatta cezbedici gibi gözükse de uzun vadede her iki taraf için yorucu ve risklidir. Tabi kişiler riski göze almayı seçebilir. Ancak kayıp ve ciddi ayrılma durumlarında yıkıcı etkileri daha fazla olma ihtimali de yüksektir. “Yalancı Çoban” öyküsü bunun için iyi bir örnektir.
Onaylanmayan istekler, onaylanmayan ben olarak kodlanmaktadır. Talep etme yerine gölgede farkedilmeyi bekleme riski büyüktür. Yokken varlığın anlaşılma beklentisi iddialıdır. Dolaba saklanan çocuk repliğini herkes bir dönem yapmıştır. Saklambaç bir yerde olunduğunu bilmenin, nihayetinde ortaya çıkacak olanın ironik oyunudur. D. W. Winnicot’ a ait olan;
“Gizlenmek zevklidir, bulunamamak felaket.” İfadesi konu için tam isabetlidir.
İlk başta eksik olan değeri telafi etmek, sevilmek, terkedilmemek için göstediği çabayı zamanla evirmektedir. Terkedilmemenin en ideal yolu terketmektir. Ya da gizlenmektir. Korku, yerini korkutmaya devretmektedir.
Aslında masumca, tüm benliğiyle, kendisi için kıymetli olana, tuttuğu aynasında kendi pahasını gördüğü Öteki’ne “Beni Farket. Demektedir.
Çocukken kaybettiğini yeniden bulmak, huzur ve güvenin onunla geleceğini düşünmek sonu gelmez varoluşsal bir çabadır. Öteki ile kurulan bağın güveninde kalabilmek, yanındaki ile birlikte arayışı, daha kuvvetli bağ için, devam ettirmek huzur için ufuk açıcı yoldur.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.