‘‘Rahip ve öğrencisi yürümeleri gereken uzun bir yolculuğa çıkarlar, yolda giderken karşıya geçmeye çalışan bir kadına rastlarlar, kadının yürümekte zorlandığını fark eden rahip kadını sırtına alır ve karşıya geçirir, yola devam ederler. Öğrencisi rahibe ‘bizim inancımıza çok aykırı bir şey yaptın bir kadına nasıl dokunabilirsin’ der. Rahip cevap vermez, yürümeye devam ederler, aradan yarım saat geçer ve öğrenci ‘sen benim öğretmenimsin bunu en iyi senin bilmen gerekir biz bir kadına dokunmayız neden böyle yaptın ?’ der, rahip sessiz kalır ve yolculuğun dördüncü saatinde öğrenci yine kendini tutamaz ‘düşünüyorum düşünüyorum anlam veremiyorum, sen bilge bir adamsın bunu bilmiyor olamazsın o kadını resmen sırtına aldın ve karşıya kadar taşıdın’ deyince rahip der ki ‘bak ben o kadını yalnızca bir dakika taşıdım halbuki sen tam 4 saattir zihninde taşıyorsun’’
Bu yazı affetmekle ilgili. Olay geçmiş bitmiş, yıllar önce yaşanmış olsa bile hatta tanık olanların artık birçok detayı hatırlamadığı halde zihnimizde sanki biraz önce bunları yaşamışız gibi diri tutmaya devam ettiğimiz o travmatik anılarla ilişkimizi konuşacağız.
Aramızda haksızlığa uğramayan var mıdır ? Dolandırılmayan, kendisine iftira atılmayan, hakkını alamayan, hiçbir şey yaşamasa bile başarıları hep görülmüş ve istisnasız her zaman takdir edilmiş biri yoktur değil mi ? Ne yazık ki bazı konularda hakkımızı alamamak, hak ettiğimizden daha azına razı olmak zorunda kalmak hayatın bir parçası haline gelmiş durumda ve bu yüzden affedebilme yönümüzü geliştirmek yaşama devam edebilmek için bir zorunluluk haline geliyor. Kişiler arasında ilişki varsa affedilmesi gereken bir konu da her an ortaya çıkabilir demektir. Yani hiç kimseyle hiçbir zaman ilişki kurmayacağım diyemeyiz öyle değil mi ? Birkaç kere bakkala gitsek aynı bakkalla bir ilişki oluşuyor dolayısıyla hayatımızın bir anında mutlaka affedilmemiz gereken ya da affetmemiz gereken bir koşulda oluyoruz.
Bazen partnerimizin sadakatsizliğini -ilişkiye devam etsek de etmesek de- affetmemiz gerekebiliyor, bazen ortağımızın edindiğimiz kazancı hakkıyla paylaştırmamasını, bazen arkadaşımızın kabul edemediğimiz bir sözünü, ailemizin geçmişteki tutumunu, bazen bir ortamda istenmeyen olmayı, bazen iş hayatında birinin önümüze geçmesini affetmemiz gerekebiliyor.
Peki ama nasıl ? Affetmek gerçekten de dile kolay gelen bir kavram. Mesela her şeyi herkesi affettim dedik diye affetmiş mi oluyoruz ? Affetmek bir daha o kişiyi düşünmemek midir ? Affedersek bunun bize ne faydası olacak ? Ya da buna karar versem bile nasıl gerçekten affedeceğimi bilemiyorum diye düşünüyor olabilirsiniz. İsterseniz şimdi hepsini konuşalım.
Bir haksızlığa uğradığımızda, başımıza bir şey geldiğinde bu olayı çözebilecek kişinin bize haksızlık yapan o kişi olduğunu düşünmeye eğilimli oluyoruz. Oysa ki affetmek tamamen kişinin kendisiyle ilgili bir süreçtir. Biz çoğu zaman birini affetmek istemiyoruz çünkü ‘onca şey yaşadım bir de üstüne onu ödüllendireyim mi ?’ gibi bir düşünceye kapılıyoruz ama aslında biz kızgınlığı korurken o kişiye bir şey olmuyor. Olan şu, onca şey yaşıyoruz üstüne bir de kızgın kalarak kendimize bir tekme de biz atmış oluyoruz. Meşhur bir söz vardır: ‘kızgınlık bir şişe zehri içerek karşıdakinin zarar görmesini beklemek gibidir’ diye.
Tabii ki ben bu yazıda şunu kast etmiyorum ‘bize yapılan her şeyi koşulsuz kabul edelim sonra nasılsa kendi içimizde affederiz, sevgi her yolu çözer, yeter ki pozitif kalalım’ gibi bir saçmalıktan bahsetmiyorum. Elbette yeri geldiğinde hakkımızı savunacağız, kendimizi korumak kendimize olan bir borcumuz, kendi çıkarlarımıza öncelik vermek de doğal bir hakkımız. Olay esnasında olayla ilgili yapabileceğimiz şeyi sonuna kadar yapmalıyız örneğin hukuki bir meselenin içindeysek avukattan destek almalıyız, çünkü olayla ilgili bir şey yapabilecekken yapmamakda kendimizle ilişkimizi bozar olayın içindeyken bir şey yapmak yerine affetmeye çalışırsak affetmek zehrin kendisine dönüşebilir. Benim bahsettiğim bu kayıtta ele aldığım konu aradan onlarca yılın geçtiği ve artık gerçekten karşı tarafın da yapabileceği bir şey kalmadığı o durum. İşte o durumda artık mesele dışarıdan çözülecek bir problem olmaktan çıkıyor, kendi içimizde halletmemiz gereken bir şeye dönüşüyor.
Yaşadıklarımızı ya da insanları affedemiyor olmamızın birçok sebebi olabilir, tekrar başımıza geldiğinde kendimizi savunamamaktan korkuyor olabiliriz, affetmeyi gidip o kişiye sarılmak zannediyor olabiliriz -ki asla böyle değildir onu affederek onunla daha mesafeli bir ilişki kurabilir ya da onunla artık hiç konuşmayabiliriz de. Affedersek acılarımıza saygısızlık yaptığımızı düşünüyor olabiliriz, her şeyin eski haline döneceğini düşünüyor olabiliriz, affetmek gururumuzu kırıyor olabilir ‘gururlu olmak dik durmak demektir dik duran kişi de siler atar’ gibi bir düşünceyi benimsemiş olabiliriz. Belki biz hiç affedilmedik. Her hatamızda çok ağır bedeller ödememiz gereken bir ailede büyük, kurallar kalıplar son derece keskin ve sonuçlar da son derece rahatsız ediciydi, böyle koşullarda yetiştiysek de affetmeyi hiç öğrenmemiş olabiliriz. Kendimizi affedemiyor ve kendimizle ilişkimizde esnek davranamıyor olduğumuz için kimseyi affedemiyor olabiliriz. Affetmemenin kültürel bir boyutu da vardır; efsaneler, halk öyküleri hep intikam hikayeleriyle dolu biz daha farkında bile olmadan bunları dinlediğimizde zihnimize sorunların böyle çözümleneceği işleniyor. Tüm bunlar affedemiyor olmamızın sebebidir.
Eğer affedip affetmemek konusunda kararsızsak bilmeliyiz ki affetmek hataya göz yummak değildir, yasal afla ilgisi bile yoktur, biriyle uzlaşmak değildir. Tamamen içsel bir süreçtir. Kişi kendi kalbinde bir karar verir ve bunu kimseye beyan etmek zorunda da değildir. Tekrarlarsak; affetmek demek bana kötülük yapmış kişiye koşup sarılarak el ele dans etmek, kırlarda koşmak demek değil, o kişiye kızgın olmayı sonlandırmak ve iletişimi az tutmak konusunda kararlı durmak da affetmektir.
Affetmek ne işime yarayacak diye düşünüyor olabilirsiniz; affetmek faydalı çünkü stresi azaltıyor. Nasıl diye sorarsanız affetmek bizi pişmanlık, suçluluk ve utanç gibi duyguların yoğunluğundan koruyarak stresimizi azaltıyor. Cezalandırma dürtüsü ya da cezalandırılacağım düşüncesi bizde bu duyguları uyandırıyor. Affetmek kelime anlamı olarak cezalandırmaktan vazgeçmek demektir, arapça kökenli bir kelimedir. Problem de tam olarak kelime anlamının içinde saklı, biz affetmediğimizde kendimizi cezalandırıyoruz. Bu konuya özellikle değiniyor olmamın sebebi de bu. Biz affedip geride bırakmadıkça strese giriyoruz.
Stres ruh sağlığımızı bozan temel nedenlerden biridir. Bir araştırmada katılımcılardan gerçek bir ihanet olayını hatırlamaları isteniyor ve o sırada çekilen elektromiyografi verilerine bakılıyor, ihaneti hayal ettiklerinde bile ortalama arter basıncı, deri iletim seviyeleri, kalp atışı, kan basıncının düştüğü tespit ediliyor. Yapılan başka bir çalışmada ise fiziksel sağlıkla affedici kişiliğin ilişkili olduğunu görüyoruz. Yine bilimsel çalışmalarla biliyoruz ki gençler için affetmek daha zorken orta ve ileri yaşlarda affedicilik artıyor ve Tanrı tarafından affedilmişlik hissi daha yoğun yaşanıyor.
Ek Bilgi: 1998 yılında John Templeton vakfı affetmeyle ilgili bilimsel araştırmalarının sürdürülebilmesi için 10 milyon dolar bağışlamıştır. Bu bağış o dönem bu konuda çok sayıda akademik çalışma yapılmasını ve bu bilgilerin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.
Affetmek daha barışçıl olmamızı sağlıyor. Yaşadığımız kötü deneyime sıkıca sarılmak ve onu bırakırsam kesin tekrar yaşarım diye düşünmek bizi kindar insanlara dönüştürüyor. Sizin de çevrenizde bir takım insanlar vardır, onunla konuşmaya başladığınız anda bakışlarındaki öfkeyi ve kini sezersiniz, hiçbir şey yapmadığı halde o kişide sizi rahatsız eden bir şeyler vardır, işte böyle kişiler ne yazık ki farkında olmadan aşamadıkları o öfke sebebiyle kendilerini yalnızlaştırmış oluyor.
Her zaman bir başkasını suçlamıyoruz, bazen kendimizi bazen Tanrı’yı suçluyoruz. Ama her kim olursa olsun çözüm için öncelikle bir arayışta olmamız gerekiyor. Hayatımızda akraba küslüklerinden milletlerin savaşa girmesine kadar birçok konunun çözümü affetmeyle bağlantılı olduğu halde sanki böyle bir seçeneğimiz yokmuş gibi yaşıyoruz. Aslında ömür boyu kırgın kalmak dışında bir yolumuz daha var. Ama kolay değil. Mesele de bu, kolay olmayan bir yol ve bu yolu yalnızca güçlü bir kalple tamamlayabiliriz. Eğer niyetiniz varsa ‘nasıl’ını inceleyelim biraz da. Tamam affetmek istiyorum ama nasıl ?
Affetmenin 4 aşaması vardır: Birinci aşama yaşadığımız olayla ilgili sürekli düşünüyoruz ve aradan zaman geçtiği halde bunun zihnimizde sürekli tekrar ettiğini fark ediyoruz. İkinci aşama bu aynı şeyleri düşünüp kötü hissetmekten sıkıldığımız ve affetmeye karar verdiğimiz aşama. Bu aşamada eski yöntemlerin işe yaramadığını anladığımız için affetmeye karar veriyoruz. Üçüncü aşamada artık karşı tarafın zayıf noktalarını görüyoruz ve ona acıyoruz anlamaya başlıyoruz. Dördüncü ve son aşamada ise acaba ben de geçmişimde affedilmek istediğim bir şeyler yaptım mı ? diye düşünüyoruz ve bu olayın tekrarlanmaması için bir karar vererek anlam yüklüyoruz. İşte bu yeni bir bakış açısı kazanmaktır. Artık olumlu duyguların girebileceği bir kapı açtık. Bu yüzden affetmek kızgınlık kınama ve intikam duygularından vazgeçerek anlayış merhamet ve umut duygularına yer açmak anlamına geliyor.
Peki insan sadece bir başkasına mı kızıyor, bir başkasını mı kınıyor ? Hayır. Kendimizle ilişkimizde de bu duygular var. Belki affedilmesi gereken kendimizizdir. Eğer sürekli kendimizi yargılıyorsak, kendimizi beğenmiyorsak belki kendimizle ilişkimizde bağışlayıcı bir yerde olmayı hedeflemeliyiz. Çok küçüktük bir olay yaşadık, etrafımızdaki insanların gazına gelerek bir hata yaptık, belki bir anlık kontrolü kaybettik, belki yanlış düşüncelere kapıldık ve bir şekilde bir hatamız oldu. Böyle bir şey yaşamamız bizi yaşam boyu lanetlemiyor.
Kötü deneyim yaşadığımızda bunu önce inkar ederiz sonra suçluluk duyarız ama belli bir noktaya geldiğimizde -ki bu yazıyı okumak bile o noktaya bizi yaklaştırabilir- artık sorumluluk alırız. Kendimizi affetmek için acıyı kabullenmeli ve sorumluluk almalıyız, geçmiş alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirelim ve bunlarla ilgili yeni bir çerçeve oluşturalım, bu noktada bir terapistten destek alabiliriz ve böylece kendimizi affetmeye hazır hale gelmiş oluruz.
Kendini affetmek kişinin kendine karşı kızgınlık beslemekten vazgeçmesi demektir ama kişinin kendini affetmesinde başkasını affetmesine göre bir fark vardır; bunu gerçekten hissedebilmesi için gelecekte aynı olay karşısında daha farklı davranacağına dair kendine bir söz vermesi gerekmektedir. Kişinin hayatında olan bitenlerle ilgili sorumluluk alması kendini affetme sürecini başlatacaktır.
Sonuç olarak bu yazıda size affedin, bağışlayın gibi bir mesaj vermek istemiyorum. Amacım bu değil çünkü ben de dahil olmak üzere hiç kimsenin size bu konuda akıl vermeye hakkı olduğunu düşünmüyorum. Bu yazıyı okuyorsanız muhtemelen aklınıza affedilmeyi bekleyen bir takım kötü yaşam deneyimleriniz geliyordur. Bu deneyimleri sizler yaşadınız, bu sizin kalbinizdeki acı ve onunla ne yapacağınıza yalnızca siz karar verebilirsiniz, ben yalnızca affetmekle ilgili daha derin bir bakış açısı geliştirmek niyetindeydim, eksilerine artılarına, affedemiyor olmamızın nedenlerine değindik ve kişilerin kendi hallerine bırakıldıklarında, rahat bir zihinle düşünebildiklerinde kendileri için en doğru olanı bulabildiklerine gönülden inanan bir terapist olarak -şahit olduğum ve deneyimlediğim de bu olduğu için- bu bilgiler ışığında kendiniz için en doğrusunu seçebileceğinizden eminim. Sertab Erener’in bir şarkısıyla veda etmek istiyorum sözleri şöyle ‘affettim vurulurken, o daha fazla öldü benden’ Hepinize huzurlu ve ışıkla dolu aydınlık bir hafta dilerim.
Klinik Psikolog
Ömer Faruk Güzelgöz
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.