Karpuzu bile bulaşık makinesinde yıkıyor, hayatlarını en saf ve en doğal gıdayı bulabilme peşinde harcıyorlar
Sofradaki son mönü: Saflık hastalığı
Adını, eski Yunancada ‘saf’ anlamına gelen ‘ortho’ ve yeme bozukluğu anoreksia nervosa’nın bileşiminden alan hastalık, daha çok takıntılı, gelir ve sosyo kültürel düzeyi yüksek insanlarda görülüyor. Sürekli mükemmel ve saf diyet peşinde koşarken, vücudun ihtiyacı olan maddeleri alamıyor ve ciddi hastalıklara yakalanıyorlar. Uzmanlar, çocuklarını da bu şekilde besleyen insanlar konusunda uyarıyor: Asıl tehlike gelecek nesilde .
Asıl tehlike sonraki nesil için
Diyetisyen ve grup terapisti Sevinç Akdur , obsesif kompülsif bozukluğu olan ya da obsesif yapısı olanların, kafalarındaki kötü düşünceleri başka bir şeyle oyalanarak geçiştirmeye çabaladıklarını ve bu rahatsızlığın ortaya çıktığını belirtiyor.
Akdur, izlediği kadarıyla bu sorunun daha çok orta gelir düzeyi üzerindeki ve vücut görünüşü ile yakından ilgilenen insanlar arasında görüldüğünü ve kişilerin aynı zamanda spekülatif haberlerden etkilendiklerini, telkine açık olmadıklarını, kendi okuduklarına ve kendi fikri sabitlerine inandıklarını söylüyor. Yemekle ilgili sorunlar ilerledikçe, yetersiz beslenmeye giden Orthoreksia Nervosa hastaları, bir iki tür yiyeceğe kalıyorlar, dolayısıyla sorun anoreksia’ya gitmese bile besin yetersizliğinden kaynaklanan hastalıklara doğru ilerliyor. Akdur’a göre, asıl tehlike altındakiler ise, bu tip insanların bir sonraki nesli. “Çünkü çocuklarını da çocuk gelişimine aykırı besliyorlar” diyor.
Hayatımız giderek karmaşıklaşıyor. Bu karmaşa, gıdalarımıza kadar yansıdı. Eskiden pazardan satın alınan yemyeşil biberler, kıpkırmızı domatesler, sağlıklı olduğunu bildiğimiz yiyecekler bize çook uzak. Şimdi genetiği değiştirilmiş, hormonlu gıdalardan söz ediyoruz. Ne içtiğimiz süte, ne de yediğimiz sebzelere güvenimiz kaldı. Ne yiyeceğimizi şaşırmış durumdayız. Bunun sonucunda bazı insanlar yedikleri, içtikleri besinler üzerinde daha titiz durmaya başladı. Hatta durumu abarttılar ve tükettikleri gıdalarda en katkısız, en doğal, en taze besini almak için seferber olmaya başladılar. Özellikle sadece sebze ağırlıklı beslenenler ne yiyeceklerine tam anlamıyla karar veremez durumdalar…
Psikiyatr Dr. Bahadır Bakım, henüz tüm dünyada psikiyatrların ortaklaşa oluşturdukları geçerli tanısal sınıflandırmaya girmemiş olsa da, bu rahatsızlığın tanımının ciddi olarak yapılmaya başlandığını belirtiyor. Buna göre, bu rahatsızlık, ismini, eski Yunancada ‘saf, doğru ve gerçek’ anlamındaki ‘ortho’ sözcüğüyle, bir yeme bozukluğu olan ‘anoreksia nervosa’ adlı hastalığın bileşiminden alıyor. Yani Orthoreksia Nervosa olarak tanımlanıyor.
Bu psikolojik rahatsızlığı yaşayan kişiler, sadece doğadan geldiği gibi saf besinlerle beslenmeyi hedefleyip, onun haricindekilerden kaçınıyorlar. Bu gıdalardan ne kadar yiyecekleri, bunların nereden, ne koşullarda geldiği ile aşırı ilgililer. Bu türden gıdaları hangi mekânlarda bulabileceklerini araştırıp, buralara yöneliyorlar. Hayatları neredeyse tükettikleri besinlerin sağlıklılığı üzerine kurulmuş durumda. Besinleri bozan nedenler ya da bozulmayı önleyecek katkı maddeleri üzerine yoğun bir şekilde odaklanıyorlar. Bu kişiler, uzun süreli olarak mükemmel ve en saf diyet peşindeler. Genellikle vejetaryen beslenme düzenine sahipler. Hal böyle olunca ve bir de gıdalardaki bu bozulma haberleri artınca, sorun katlanarak büyüyor.
Bu rahatsızlığı tanımlayan Psikiyatr Dr. Bahadır Bakım şunları söylüyor:
“Orthoreksia, anoreksia nervosa’ya (kişinin kendine göre aşırı kilolu olduğu düşüncesiyle, bazen çok zayıf olmasına rağmen yemek yemeyi kesmesi durumu) besinlerin kısıtlanması yönünden benziyor. Ancak anoreksia’da alınan besin miktarı ve tipi kısıtlanırken, orthoreksi’de besinin kalitesi üzerine odaklanılıyor. Ayrıca, alınan besinlerden en iyi şekilde yararlanmak için uzun süre ağız içinde çiğneme gibi davranışlar gözleniyor. Katkı maddeli gıdalardan, şeker ve tuzdan kaçınılıyor, sadece çiğ sebze ve meyve ya da sadece pişirilmiş gıdalar tüketiliyor. Bunun sonucunda kişinin alması gereken protein, vitamin, mineral ve yağlar alınamadığından, kişide kansızlık, kemik erimesi, hatta ileri durumlarda ölümlerle karşılaşılıyor.
Kişi bu durum nedeniyle, hayatını olduğu gibi, dolu dolu ve rahat bir şekilde yaşayamıyor. Bireyler aşırı kaygılı bir duruma geliyor, etraflarındaki kişilerin de beslenmesine bu şekilde yön vermeye çalışıyorlar. Kişi geçmişinde yaşadığı ağır sorunlar yüzünden, çevresi ve dış dünyayla olan sorunlarıyla aktif bir şekilde başa çıkamıyor. Gereken tepkileri verememesi nedeniyle, varolan kaygısını yenebilmek için bilinçaltı, bir savunma mekanizması geliştirerek, düşüncelerini başka bir konuya odaklıyor. Kişilerin çevreye ve kendileri dışındakilerin hazırladıkları gıdalara olan güvensizliklerinin temelinde, kendilerine olan güvensizlik, yetersizlik duyguları da yatabiliyor.”
Psikiyatrlara göre, bu kişilerde sıklıkla; evlilik, cinsellik, mesleki ortam, ailevi ilişkiler ve kendilerini algılayışlarıyla ilgili sorunlara rastlanıyor. Rahatsızlık daha çok 20-40 yaş grubu arasında, genellikle kadınlarda, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi yüksek kişiler arasında görülüyor.
Obsesif kişilerde görülür
Psikiyatr Oğuz Tan ise Orthoreksia Nervosa’nın daha çok obsesif (takıntılı) kişilerde görüldüğünü belirtiyor. Tan’a göre, ‘gıdanın kalitesi, hijyenik olup olmadığı, sağlık yönünden yararları’ gibi soruları soranlar, bir nevi takıntılı insanlar.
Bu kişiler, sadece gıdanın sağlıklı olup olmadığıyla değil, mesela ellerinin temizliğiyle de aynı şekilde ilgilenirler. Bu durumdaki insanlar obsesif kompülsif bozukluk içinde, sürekli endişe yaşayan, aşırı kuruntulu, evhamlı, anksiyeteli kişiler. Psikiyatr Tan, “Bunların bazıları panik ataklı insanlar ve bu, aslında tıpta adı henüz netleşmiş bir sorun değil. Panik bozukluğu olanların enteresan yeme içme davranışları vardır; çünkü aşırı endişelilerdir. Bunlar, dar, kapalı yerde fenalaştığı gibi, pek çok gıda da onlara dokunuyor gibi gelir.
Aşırı hastayken, bu nedenle ilaç kullanamayan bile vardır. Bir panik bozukluğu olan hastam süt ve süt ürünleri içemiyordu. Başka bir hastamız çok uzun süredir çiğ meyve ve sebze yiyemiyordu. Bunlar panik bozukluğu hastalığı aslında. Gıdaları aşırı yıkayan hastalar var, kavunu karpuzu bulaşık makinesine atanlar var. Gıdasız kalmak insanı öldürüyor, bir süre sonra depresyona giriyorlar. Her şeyi bu kadar dert etmek insanı zaman içinde mutsuz, isteksiz yapıyor, hayattan zevk almaz hale getiriyor. Ölümden deli gibi korkan ama yaşamaktan da artık hiç zevk alamayan insanlar haline geliyorlar” diyor.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.