Aşk, kişilerin çoğunlukla yaşadıkları deneyimlerle açıklamaya çalıştığı, birçok kuramcının da yaptıkları araştırmalarla birbirlerine benzese de farklı tanımlar ortaya çıkardığı bir kavramdır. Tüm bunlar göz önüne alındığında ortak bir tanım yapmak gerekirse kişilerin birbirine neredeyse karşı konulamaz bir çekim duyması, bir birliktelik yaşama arzusu ve bu birlikteliği de devam ettirme konusunda büyük bir istek duyması olarak ifade edilebilir. Aynı zamanda âşık olan kişilerin âşık oldukları kişileri sık sık düşünmeleri ve fiziksel uyarılma da söz konusudur. Cinsel yönelim ise aynı veya farklı cinsten kişiye cinsel bağlanmayı ifade ettiğinden doğal olarak aşk her cinsel yönelim için aynı yoğun duyguların hissedilebileceği anlamına gelmektedir. Elbette aşk yalnızca kişilerin birbirine karşı hissettikleri bu duygularla sınırlı değildir. Kişiler; işlerine, hobilerine, evcil hayvanlarına, bir tanrıya yoğun aşk duygusu hissedebilmektedir.
Eşcinsel aşk
İnsanların çoğu erkek ya da kadın cinsiyet kimliğini edinirken cinsel rolleri de öğrenirler. Çocuklar çoğunlukla 5 yaşına gelene kadar cinsiyet rollerini öğrenmiş olur. Bu roller sterotipiktir yani kız çocuklarının duygusal destek araması ve sağlaması, fiziksel görüntüsüne önem vererek elbiselere ilgi duyması, iş birliği yapması; erkek çocuklarınınsa spor, rekabet, sert oyunlar, baskın roller edinmek, kontrol etmek, grup içinde statü elde etmeye çalışmak gibi ilgilere yönelmesinin beklenmesidir. Ancak bunlar kişinin cinsel yönelimiyle doğrudan ilişkili değildir, örneğin bir erkeğin toplumsal erkek normlarına son derece uygun hisseden ve davranan bir yaşam tarzına sahip olması onun kadınlardan hoşlanan bir cinsel yönelimde olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla feminen (‘kadınsı’ görünüşü, davranışları ifade etmek için kullanılan bir terim) bir erkeğin, maskülen (‘erkeksi’ görünüşü, davranışları ifade etmek için kullanılan bir terim) bir kadının, maskülen bir erkeğin ya da feminen bir kadının cinsel yönelimini etkileyen şey genetik, doğum öncesi hormonlar, biyolojik faktörler, kişinin geçmişi, bakış açısı, kişilik özellikleri gibi birçok bileşenin toplamıyla belirlenmektedir.
Eşcinsel aşktan bahsederken yazının içeriğinin daha anlaşılır olması için bazı terimlerden bahsetmek gerek. Bunlardan ilki cinsel yönelimdir, cinsel yönelim bireyin cinsel arzularının hangi karşı cinse ya da hemcinse yöneldiğini belirtmek için sıklıkla kullanılan bir terimdir. Bu konuda araştırmalar hâlâ sürüyor olsa da şu an için üç farklı cinsel yönelimden bahsetmek mümkündür; heteroseksüellik, eşcinsellik ve biseksüellik.
Eşcinsellik zamanında bir tıp terimi olarak kullanılmış olsa da günümüzde aynı cinsiyetten kişiler arasındaki cinsel ve/veya duygusal çekimi ifade etmek için kullanılır. 1970’lerin başında Gey Kurtuluş Hareketiyle birlikte ortaya çıkan gey kelimesi ise “homoseksüellik” kavramının tıp tarafından “hastalığı” tanımlaması sebebiyle bu terimi kullanmayı reddederek hem kadın eşcinseller için hem de erkek eşcinseller için gey kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Ancak günümüzde gey kelimesi artık duygusal, cinsel ve romantik yönelimleri kendi cinsiyetinden olan erkekler için daha çok kullanırken, kadınlar için lezbiyen kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime ise eşcinsel bir kadın şair olan Sappho’nun yaşadığı Lesbos Adası’ndan türetilmiştir.
Bilmemiz gereken diğer bir kavram ise biseksüelliktir. Kişilerin hem kendi cinsiyetindeki kişilere hem de diğer cinsiyetten olan kişilere karşı duygusal, romantik ve cinsel yönelimi olması biseksüellik olarak tanımlanır. Heteroseksüellik ise kişilerin duygusal, cinsel ve romantik yönelimlerinin diğer cinsiyetten kişilere olması olarak tanımlanır.
Heteronormative kavramı heteroseksüeliteden gelmektedir. Bu kavram heteroseksüellik dışındaki tüm cinselliklerin ve cinsel hallerin “normal”in dışında bırakıldığı, “doğallaştırılmış” heteroseksüellerin dışındaki yönelimlere sahip kişilerin görmezden gelindiği, dışlandığı ve hatta psikolojik, fiziksel şiddete maruz bırakıldığı bir sistem olarak açıklanabilir.
Toplumsal cinsiyet rolü ise kişilerin kendisini bir oğlan çocuk/erkek ya da kız çocuk/kadın olarak göstermek ve bu şekilde de kabul görmek için söylediği, davrandığı şeylerin bütünü olarak tanımlanabilir. Bu roller toplumun, kültürün “görmek istediği” kadın ve erkek kalıplarına göre şekillenir. Bu toplumun ve kültürün bir parçası olan bireyler de bu kalıpları içselleştirip davranışa dökmeye meyilli olurlar.
Cinsel yönelim erotik cazibe, cinsel davranış, romantik duygular gibi birçok farklı konuda birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilebilmektedir. Ülkemizde seks işçiliği yapan travesti bireylerle sık sık cinsel ilişki yaşayan ve kendini heteroseksüel olarak tanımlayan erkeklerin sayısı azımsanmayacak ölçüdeyken aynı şekilde hemcinsine romantik ilgi duyan kadın/erkek bireylerin hiçbir zaman hemcinsiyle cinsel birliktelik yaşamamış ve yaşamayı da düşünmüyor olması da görülmemiş bir durum değildir. Dolayısıyla cinsel yönelim -pratikte böyle olmuyor olsa da- hiçbir zaman kesin yargılarla A nedeninden B sonucuna varabileceğimiz kesinlikte ve netlikte bir konu olmamıştır ve karmaşık doğası da böyle çıkarsamalara uygun değildir. Bu kısa belirlemeden sonra biraz da cinsel davranışa dönüşen ya da dönüşmeyen eşcinsel aşk, eşcinsel ilişkiden söz edelim. Nitekim eşcinsel aşk kişinin geçmişte bir eşcinsel ilişkide bulunmuş olmasından değil eşcinsel duygulardan ve romantizmden bahseder ve dahası geçmişinde eşcinsel bir ilişki yaşamış kişilerin çoğu -Yeni Gine’deki Sambia kültürü gibi- ileride heteroseksüel bir evlilik yapmaktadır. İstatistikler erkeklerin yaklaşık yüzde %20 ila 25’i ile kadınların %15’inin yetişkinlikte en az bir kere kendi cinsiyle ilişki yaşadığını öngörürken kendini eşcinsel olarak tanımlayan kişilerin %1 ila % 10 arasında olduğu görülmektedir. Bu durum kendini eşcinsel olarak tanımlamaya daha yatkın bireylerin heteroseksüel bireylere göre aşkını platonik olarak yaşama olasılığının daha yüksek olacağı anlamına gelebilmektedir.
Tanımların da gösterdiği bakış açısından anlaşılabileceği gibi eşcinsellik konusu çoğunlukla seks ekseninde incelenen ve seks ekseninden tartışılan bir konu olsa da bu esasen doğru yerden yola çıkılarak yanlış sonuca varılan ve böylece asıl konunun geri planda kalmasına sebep olan bir durum. Evet eşcinsellik cinselliğin yöneldiği kişi hakkındaki bir konudur ancak heteroseksüel bir ilişkiden bahsederken ilişki uzmanları nasıl kadın ve erkeğin sadece cinsel hayatı, cinsel birlikteliklerinin sağlığı, doyumu, durumu hakkında konuşup konuyu kapatmıyorsa eşcinsel bir aşktan bahsederken de iki hemcinsin cinsel yaşamından daha fazlasının incelenmesi gerekliliği göz ardı edilmemelidir. Konunun cinsellik boyutu yalnızca heteroseksüel bir ilişkideki kişinin cinselliği kadar önemlidir, bu ilişkilerin de dahası, derinliği, bileşenleri vardır.
Bu bağlamdan bakıldığında kitabımızda aşk hakkında konuşulan her şey eşcinsel aşk için de geçerli olup aslında eşcinsel aşkın heteroseksüel aşktan ayrılan birtakım farklılıklardan bahsedilebilir ancak bu farklılıkların hiçbiri aşkın doğası ve kimyası hakkında olmayıp tüm bunlar heteroseksüel âşığın beynindeki değişikliklerle aynı seyretmektedir. Bu farklılıkların önemli kısmı yukarıda bahsedilen toplumsal ahlak kabulleriyle çelişkili olması sebebiyle yaşanmakta olup toplumsal değişikliklerin yaşandığı bölgelerde belirginlik azalmaktadır. Örneğin:
-
Bir ilişkide dışarıdan gelen toplumsal korucuyu etkiler (ailelerin çiftleri madden desteklemesi, çatışmalar esnasında arabulucu görev üstlenmesi, toplumsal olarak çiftlere tanınan ayrıcalıklar -eşli iş yemekleri, bazı kültürlerde partneri olan kişilere konut kiralanmasının kolaylaşması gibi), evlilik sebebiyle doğan hukuki hakların koruyuculuğu, medya ve reklamcılık tarafından çiftlerin görünür olmasının desteklenmesi ve devletlerin çiftlere tanıdığı ekonomik ayrıcalıklar gibi heteroseksüel âşığa tanınan birçok avantajdan muaf olan eşcinsel âşık tüm bunların yanında gelişmişlik düzeyiyle ilişkili olarak artan ya da azalan toplumsal dışlanma, aileden reddedilme, ekonomik bağımsızlığın risk altında olması sonucu gelişen depresyon ve anksiyete başta olmak üzere birçok ruh sağlığı problemiyle baş etmek zorunda kalabilmektedir.
Eşcinsel ilişkide kaygının temel sebepleri olarak kimlik gelişimi, gelişimsel zorluklar, açılma/açılmama kararları, içselleştirilmiş homofobi/bi+fobi/HIVfobi gibi kavramlardan bahsetmek uygun olacaktır. Bu kavramlar bireysel kaygılara neden olarak ilişki içinde zorlanmalara sebebiyet verebilmektedir. Aynı zamanda partnerlerin kendileri için güvensiz olan bağlamlarda aidiyet hissedememesi hatta “azınlık stresi” (minority stress) ile mücadele etme çabaları yine hem bireysel hem de aralarındaki ilişkinin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Bunlara ek heteronormatif toplumlarda kişilerin eşcinsel bir birlikteliğin içinde olmaları da tek başına kaygının bir kaynağı olarak görülebilmektedir.
-
Azınlık bir birey olmanın getirdiği saklanma dürtüsü kişiyi teşhir edilme bakımından tehdit ve şantaj gibi suçlara açık hale getirmektedir. Kişiler stigma sebebiyle aşkını tam da kendisinden beklendiği gibi gizli saklı yaşamayı öğrenmek durumunda kalmaktadırlar. Partnerler, her alanda açık sevgi gösterilerinde bulunup bulunamayacakları, içlerinden geldiği gibi yakınlıkta bulunamayacakları gibi zihinlerinde uğraşmak zorunda kaldıkları birçok konu yer almaktadır.
-
Politik sebeplerle öteki haline gelerek ayrılan bireyler ötekilerden oluşturdukları topluluklarıyla yeniden birleşmektedirler bu da topluluklarına daha güçlü şekilde bağlı olmalarına, aidiyet duygusu hissetmelerine ve destek alabilmelerine olanak sağlamaktadır.
Hasan 24 yaşındayken Belma ise 26 yaşındayken çalıştıkları firmanın yılbaşı etkinliğinde tanıştılar. Belma, Hasan’ın kendisini çok iyi anlaması, incelikli düşünce yapısı ve görüntüsünden oldukça etkilenmişti. 3 yıllık arkadaşlık-flört ve ilişki döneminin ardından evlilikle taçlanan bu ilişkide ufak kusurlar dışında mutlu bir evlilikleri vardı. Hasan’ın ailesi Belma’yı oldukça seven muhafazakâr bir aileydi. Hasan ailenin en küçük çocuğu olduğu için Belma da Hasan gibi özel bir yere konuluyor ve ailedeki bu durumu seviyordu. Zamanla Hasan’ın kendinden uzaklaşması ve sorunları çözmeye eskisi kadar yanaşmaması Belma’nın hiç kendisine yakıştırmadığı bir davranışta bulunmasına ve telefonunu karıştırmasına sebep oldu ve bu da Belma’nın Hasan’a ait birtakım fotoğraflara, video kayıtlarına ve yazışmalara ulaşmasına sebep oldu. Açıkça görüyordu ki Hasan’ın birden fazla hemcinsiyle çeşitli konuşmaları ve kısa süreli ilişkileri oluyordu.
Belma bir şok yaşadı ve karmaşık duygular hissetmeye başladı. Kendisini bir paravan olarak kullanılmış görüyordu ve bu onu çok öfkelendiriyordu, aynı zamanda Hasan’dan bu konuda hiç ama hiç şüphelenmediği için aptal gibi hissediyordu. Diğer yandan Hasan’ı seviyordu ve ihanete uğramış hissediyordu, aynı zamanda ona üzülüyordu, kendisini Hasan’ın en yakın arkadaşı olarak görüyordu ve böyle bir şeyi yıllarca kendisine söylememiş olmasını hem anlıyor hem de kabul edemiyordu. Bir yandan cinsel yaşamlarını iyi buluyordu diğer yandan zaman zaman cinsellikte yaşadığı problemleri hatırlıyor ve bunun için suçluluk hissediyordu çünkü bunca zaman Hasan’ı cinselliğe zorladığı yönünde düşüncelere kapılmıştı. Öfke, şaşkınlık, yetersizlik ve karamsarlık duygularıyla geçmişi incelemek ve şimdiden sonra ne olacak soruları arasında hapsolmuş hissediyordu ve tüm bu karmaşıklıktan kurtulabilmek, durumu atlatabilmek için bir psikoterapiste başvurdu.
Psikoterapi sürecinde ilk olarak yaşadığı şaşkınlığın normalleştirilmesi ve her şeyi bir anda çözmek, ani bir karar vermek zorunda olmadığı konusu üzerinde çalışıldı. İlerleyen süreçlerde terapistin empatik tutumu anlaşıldığını hissetmesine ve öfkesinin azalmasına sebep oldu. Yaşadığı duygular üzerine tek tek çalışıldıktan sonra yetersizlik düşünceleri yeniden yapılandırıldı ve kendini ilişkisi hakkında çalışabilecek durumda hissedince seanslara Hasan da davet edildi ve süreç içerisindeki duruşu, tutumu, sabrı samimi hissettirdi. Belma üvey babası tarafından kendine yaşatılan kısıtlamalarla Hasan’ın yaşadığı durum arasında ilişki kurduğu günlerde onu affetti ve evlilik ilişkisini sonlandırma kararıyla arkadaş olarak kalmaya devam ettiler. Nihayetinde onda en sevdiği şey olan anlaşılma, muhabbet ve arkadaşlık bir yere gitmemişti ve uzun yıllar daha onunla kalabilirdi.
Tüm bunların yanı sıra sanat ve edebiyatta eşcinsel aşk genellikle özgürlük ve tutkuyla ilişkilendirilmiştir. Bu elbette eşcinsel aşkın yoğunluğuyla da ilişkilidir. Güçlü itkilere sahip kişilerin kültürel geleneklere uyma davranışının daha az olabileceğini varsayabiliriz. Bu da bir bakıma hem medyada açıkça eşcinsel aşk yaşayan figürlerin neden görece daha maskülen/feminen itkilere sahip olduğunu hem de toplumsal algıda eşcinselliğin neden gösterişli feminen/maskülen personalarla ilişkilendirildiğini açıklamaktadır. Oysa vaka örneğinde de gördüğümüz gibi toplum baskısı sebebiyle eşcinsel yönelimine rağmen heteroseksüel evlilikler yaparak dışarıdan şüpheye herhangi bir yer bırakmayacak şekilde yaşayan bireyler de mevcuttur.
Bir de adını kitap ve şiirlerden sıkça duyduğumuz bir ismin hayatına kısaca bakalım. Ekim 1854’te Dublin, İrlanda’da dünyaya gelen Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde, ki biz onu kısaca Oscar Wilde olarak tanıyoruz kendisi iğneli üslubu ile Victoria dönemi Büyük Britanyası’nın en başarılı ve ünlü yazarları arasına girmiş oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şairdir. Wilde sadece ortaya koyduğu eserleriyle değil, özel yaşamıyla da o dönemde oldukça konuşulan bir kişi haline gelmiştir.
Oscar Wilde, farklı giyinmeyi seven, dikkat çekmekte başarılı ve aykırı bir kişi olarak anılırdı. Bunların yanı sıra cinsel yönelimi de o dönemde çokça konuşulan başka bir konu olmuştu. 19. yüzyıl Britanyası yani Viktorya dönemi cinselliğe özellikle de eşcinselliğe karşı oldukça katı ahlak kurallarının uygulandığı bir dönemdi. Viktorya döneminin ahlakı, erotizmi, cinselliği, eşcinsel arzuyu günah ve yasak ilan ediyordu. Bu dönemlerde cinsel yönelimi neredeyse herkesçe konuşulmaya başlanan Wilde çözüm olarak bir kadınla evlenme kararı aldı ve dönemin oldukça zengin bir kadınına evlenme teklifi etti. Teklifi kabul edilmeyen Wilde, söylenenlere göre üzülmemişti çünkü bu onun için bir mantık evliliği olacaktı. O süreci şöyle ifade ediyordu: Yazık, oysa sizin paranız ve benim zekâmla çok şey yapabilirdik!
Bunun sonrasında annesinin aracı olduğu o dönemin zengin başka bir kadınına evlenme teklifi etti ve teklifinin kabul edilmesiyle birlikte eşcinsellik üzerine yapılan konuşmalar bir kenara bırakılarak Wilde şehirde saygın bir konuma yükseldi. “Ahlaka uygun bir kitap ya da ahlaka aykırı bir kitap diye bir şey yoktur. Kitaplar ya güzel yazılmıştır ya da kötü yazılmıştır. İşte bu kadar!”
Evlendikten bir süre sonra Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi adlı kitabını yazdı. Katı ahlakçılığın egemen olduğu bu dönemde içinde eşcinselliği barından bu roman adeta bir başkaldırı niteliğindeydi. Kitap büyük bir kesim tarafından ahlaksızca bulunmuş, büyük bir tepki toplamıştı. Hatta ileriki zamanda sansürlenerek 120 yıl kadar sansürlü haliyle basılmış, başka dillere çevrilmişti.
“Sanatçı güzel şeylerin yaratıcısıdır. (…) Güzel şeylerde çirkin anlam bulanlar, sevimli olamadan yozlaşmışlardır. Bu bir hatadır. Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar kültür ve zevkleri gelişmiş kişilerdir. Onlar için umut vardır.”
Kitabı okuyup etkilenen kişilerden biri de o dönemin varlıklı ailelerinden birine mensup Lord Alfred Douglas’tı. Lord romanı okumasının ardından kitabın yazarıyla tanışmak için can atıyordu ve çok geçmeden de beklediği tanışma gerçekleşmişti. Wilde, zengin ve yakışıklı bu genç adama hemen âşık olmuştu. İlişkileri hızlıca ilerledi ve salonlarda birlikte görülmeye başladılar. Viktorya döneminin bir sonucu olarak bu ilişkiye Lord’un babası Queensberry Markisi dahil oldu. Kendisi oldukça tanınan önemli bir boksördü ve hatta günümüz boks kurallarını belirleyen ilk kişiydi.
Lord ve Oscar’ın ilişkileri Markisi’nin dahil olmasıyla birlikte büyük bir sınava tabi oldu. Lord, Oscar’ın babasına dava açması gerektiğini söyleyerek onu yüreklendiriyordu. Victorya döneminde hiç kimsenin bir eşcinseli haklı bulmayacağını söyleyen arkadaşlarına rağmen Oscar Wilde, Lord’u dinleyerek Queensberry Markisi’e dava açtı. Elbette bu dava olumsuz sonuçlandı ve bu sefer de Queensberry Markisi, Oscar Wilde’a karşı dava açtı. Arkadaşları dava sonuçlanmadan Wilde’e kaçması gerektiğini aksi halde tutuklanacağını söylemelerine rağmen Wilde tatlı diliyle kendini savunabileceğine inandı ve kaçmadı. Ne yazık ki düşündüğü gibi olmadı ve Wilde mahkemece suçlu bulunarak 2 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Wilde şaşkındı ve yıkılmıştı. Söylenenlere göre Lord hapis sürecinde ortalarda yoktu ve Oscar Wilde’ı yalnız bırakmıştı. İşte bu süreçte en önemli yapıtlarından biri olan ve birçok kişi tarafından da bilinen “Reading Zindanı Baladı” adlı uzun şiirini yazdı.
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini.
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle.
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Eşcinsellik Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar
Toplumsal cinsiyet kalıplarına göre “ideal cinsellik” bir kadın ve erkeğin penetrasyon (cinsel birleşme) odaklı davranışı olarak tanımlanmaktadır. Bu “ideal cinsellik” tanımı oldukça yetersiz ve sığ kalmamaktadır. Cinsellik üzerine yapılmış bu tanımlar bir normal yaratır ve böylelikle bunun dışında kalan cinsel birliktelikler anormal, marjinal bir yerde kalır. Daha iyi anlaşılması için bazı mitlerden bahsedelim.
“Eşcinsellik birtakım psikolojik süreçlerin yanlış ilerlemesi sonucunda oluşan bir hastalıktır.”
İkizler üzerinde yapılan çalışmalar ya da beyin görüntüleme çalışmaları gibi yapılan birçok farklı araştırmanın sonucu olarak; dünyadaki önemli sağlık kuruluşları günümüzde eşcinselliğin tamamen doğal bir eğilim olduğunu öne sürse de ne yazık ki bu görüş halen toplumların önemli bir kısmında karşılık bulmamaktır. Eşcinsellik cinsel davranışın doğal bir ifade şeklidir ve eşcinsel bireyler zihin sağlığı testlerinde heteroseksüel bireylerle aşağı yukarı aynı puanları almaktadır.
“Orgazm yalnızca penetrasyon ile sağlanır/sağlanmalıdır.”
Orgazm olmanın tek koşulu penetrasyon olmadığı gibi yalnızca penetrasyonla orgazma ulaşan kadınların oranı bilinenin aksine o kadar da yüksek değildir. Cinsellik, öpüşme, dokunma, okşama, sürtünme, oral seks, mastürbasyon vb. çeşitli davranışlardan oluşur. Dolayısıyla özellikle lezbiyenler üzerinden konuşulan bu mit, toplumun büyük bir bölümü için eksik ve hatta hatalıdır.
“Lezbiyenler penetrasyondan hoşlanmaz ve asla erkeklerle cinsel ilişki yaşamazlar.”
Cinselliği penis üzerinden tanımlayan heteronormatif toplumlar lezbiyen kadınların penetrasyondan hoşlanmadıklarını ve hatta bu sebeple hiçbir zaman bir lezbiyen çiftin gerçek bir cinsel birliktelik yaşamayacağını düşünür. Ancak bu yukarıda da belirttiğimiz gibi çok sığ bir yorumdur. Penetrasyon hiçbir cinsel yönelim için şart, olmazsa olmaz değildir. Lezbiyen ilişkilerde kişiler penetrasyonu tercih etmeyecekleri gibi bundan zevk alarak tercih de edebilirler. Penetrasyon yalnızca penisle sağlanmaz, parmak, dildo, strapon gibi çeşitli nesneler tüm cinsel yönelimler için tercih edilebilir nesnelerdir. Birçok toplumun kadın ve erkeğin evlenip çocuk yapmaları yönünde baskı kurduğunu unutmamak gerekir. Bu baskı, eşcinsel ve heteroseksüel bireyler üzerinde çaresizliğe sebep olarak evlilikle ve hatta çocuk doğurmayla da sonuçlanabilmektedir. Bundan bağımsız olarak insanlar akışkan ilişkiler yaşamak isteyebilirler de. Yani bu mit de sığ kalmaktadır.
“Anal seksten yalnızca geyler zevk alır.”
Anal seks yalnızca eşcinsel ilişkilere özgü bir cinsel davranış değildir. Diğer tüm yönelime sahip kişiler anal seksten zevk alabilir. Geylerin hepsinin anal seksten zevk aldıklarını düşünmek de doğru bir yaklaşım değildir. Anal seksten keyif alan geyler olduğu gibi keyif almayan geyler de olabilir.
“Eşcinsel ilişkilerde her zaman bir taraf aktif, diğer taraf pasiftir.”
Bu mit de tıpkı birçoğu gibi heteronormatif bir söylemdir. Aktiflik/pasiflik kavramı kimin üstte kimin altta, kimin “güçlü”, kimin “güçsüz” olduğuna göre yorumlanan terimlerdir. Heteroseksüel ilişkilerde erkeğin aktif, kadının ise pasif olduğuna dair bir ön kabul söz konusudur. Bu sebeple de heteronormatif bakış açısıyla eşcinsel ilişkiler de buna göre değerlendirilir. Oysa heteroseksüel ilişkiler de dahil olmak üzere bu roller değişken olabilir hatta hiç olmayabilir.
“Trans bireylerin hepsi heteroseksüeldir.”
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği sıkça karıştırılan ancak birbirinden farklı olan iki kavramdır. Cinsel yönelimden sıkça bahsettik. Peki cinsiyet kimliği? Kişinin kendisini hangi cinsiyette hissettiği/tanımladığı ve başkaları tarafından nasıl tanımlanmak istediği ile ilişkili bir kavramdır. Cinsiyet kimliği doğumla beraber bize atanan biyolojik cinsiyetle paralel olabileceği gibi olmayabilir de. Heteronormatif toplumun beklentisi bu olsa da kişiler kendilerini bir cinsiyet kalıbına sokmak zorunda değillerdir. Bu bağlamda miti incelediğimizde kişinin cinsiyet kimliğinden bağımsız olarak bir cinsel yönelimi mevcuttur (ya da değildir).
“Eşcinsel ilişkiler, heteroseksüel ilişkiler kadar ciddi değildir. Eşcinseller tek eşli, uzun süreli ilişki kuramazlar.”
Eşcinsellik, duygusal ve/veya cinsel olarak kişinin hemcinsine duyduğu ilginin bir tanımıdır. Tıpkı heteroseksüellik gibi. Nasıl ki heteroseksüel ilişkiler hakkında net bir yargıya varmak mümkün değilse eşcinsel ilişkilerde de bu mümkün değildir. Her ilişkinin dinamiği farklıdır. Bu kişilerin beklentileri, istekleriyle ilişkili olup cinsel yönelimden bağımsız bir konudur. Ancak eşcinsel birliktelikler bazı kültür ve toplumlarda yok sayılıp, görmezden gelindiği için ve hatta dışlandıkları için bu çiftlerin beraberliklerini geleneksel bakış açısına sahip bir toplumda tüm derinlikleriyle görebilmek her zaman mümkün değildir.
Eşcinsel Evlilikler
1950’ler ve öncesinde eşcinsellik ruh sağlığıyla ilgilenenler de dahil çoğunluk tarafından anormal olarak kabul ediliyordu ancak artık durumun öyle olmadığı herkesçe malum.
Eşcinsel aşk fark edildiğinde/görmezden gelinmediğinde, karşılık bulduğunda, desteklendiğinde ve özgürce yaşanabildiğinde taraflara kendilerini keşfedebilecekleri, içsel çatışmalarını fark edebilecekleri, gelişebilecekleri, olgunlaşarak yeni bakış açıları edinebilecekleri yepyeni bir yolculuk sunar. Tıpkı heteroseksüel aşk gibi.
Eşcinsel bireyler her ne kadar geleneksel kültüre tamamen zıt yaşantıya sahip olduğu düşünülse de esasen eş seçimi konularında yaşadıkları kültürün düşünce sistemini ilişkilerinde yansıtırlar. Fiziksel çekicilik, sosyo ekonomik durum, statü, sahip olunan imkanlar eşcinsel birlikteliklerde de partner seçimi konusunda belirleyicidir. Sonraki süreçlerde aşkın ve ilişkini dinamikleri, bilinç dışı ve çevresel koşulların etkisiyle şekillenmektedir.
Eşcinsel aşk bazen de kişilerin kendi kabuğundan çıkabilmesini sağlar. Kendi cinsine eğilimleri olan birinin bu durumu kabul etmekte zorlanması görülmemiş şey değildir. Bu arada kalmışlık kişiye yalnız, anlaşılmamış ve kendisinde bir tuhaflık varmış gibi hissettirebilir. Fakat yaşam serüveninde aşk aracılığıyla duyduğu itkinin yoğunluğu kişinin duygularıyla ilgili sorumluluk almasına, daha gerçekçi bir bakış açısı edinmesine, kendi yaşamına sahip çıkmasına neden olabilir. Böylece duyduğu aşk ile kendi yaşamının seyircisi olmayı bırakarak aktif yaşayanı olmaya başlar, bu sağaltıcı bir deneyimdir. Bu başka bir açıdan eşcinsel çiftlerin aileleriyle ilişkilerinin de yeniden şekillenmesi demektir. Kartların yeniden dağıtıldığı aile içi ilişki dinamiklerinde kişiler alacakları destekle bağlılığı derinleştirebilir ya da tam tersi koşullarda kendi yollarını çizmeye başlayabilirler.
Genel olarak aşk kime duyulduğundan bağımsız olarak olgunlaştırıcı bir deneyim fırsatı sunmaktadır. Kişilere tatmin, huzur ve yoğun sevgi vaadiyle sabır, sükûnet, anlayış, hoşgörü, paylaşım gibi birçok erdemi öğretir.
Eşcinsel aşk yaşayan bireylerde aile kurmak günümüzde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yasallaşmamıştır. Ancak gelişmiş ülkelerin eşcinsel vatandaşlarında kendi cinsiyetinden biriyle evlenmek ve çocuk büyütmek arzusu içinde olan, bu arzuyu yaşayabilen kişiler olup araştırma sonuçlarına göre bu çiftlerin çocuklarıyla heteroseksüel çiftlerin çocukları arasında bir farklılık tespit edilmemiştir.
Eşcinsellik zamandan, şartlardan ve mekândan bağımsız olarak yüz yıllardır yaşanmaktaydı, yalnızca bu konuya olan ilgi, anlayış, bilimsel çalışmalar, algı ve duyarlılık zaman içerisinde değiştiğinden konunun bilinirliği artmıştır.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.