Bakteri ve virüs gibi mikroorganizmaların hep zararlı olduğunu ve bunlardan korunmamız gerektiğini düşünmüşüzdür. Sağlıklı bir birey olarak deri, ağız, göz, burun, gastrointestinal sistem(sindirim sistemi) vb. bölümlerimizde bu mikroorganizmalarla gayet mutlu bir ilişki içerisinde yaşadığımızı söylesem ne düşünürsünüz?
İşte sağlıklı insan vücudunda bulunan ve organizmaya zarar vermeden yaşayan mikroorganizma topluluklarına normal mikrobiyal flora yani mikrobiyota denir. Ben bugün size insan vücudunda en fazla yer kaplayan alanlardan birisi olan, gastrointestinal kanalda bulunan ve organ gibi işlev gören “bağırsak mikrobiyotası”ndan bahsedeceğim. Herhangi bir bireyin bağırsaklarında yaklaşık 1000’den fazla bakteri türü tespit edilmiştir. İşte bu kadar büyük ve karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz. Birazdan bu küçük organizmacıkların bize sağladığı faydaları anlattığımda ya da bu denge bozulduğunda neler olabildiğini öğrendiğinizde daha çok şaşıracaksınız. Sizi daha fazla meraklandırmadan hemen konuyu derinleştiriyorum:
Mikrobiyota kompozisyonu, yaş, doğum şekli, fiziksel aktivite yetersizliği, sigara kullanımı, alkol tüketimi, antibiyotik kullanımı, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları gibi faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Beslenmenin Mikrobiyota Üzerine Etkileri
Mikrobiyota kompozisyonunu etkileyen en önemli değiştirilebilir risk faktörü beslenme alışkanlıklarıdır. Çalışmalar farklı besin bileşenlerinin farklı bakteriyel topluluklar tarafından kullanıldığını ve o topluluğun kolonizasyonunu sağladığını; böylece dominant bakteri türlerinin beslenmeye göre şekillenebildiğini göstermektedir.
Posa ve bitkisel proteinden zengin diyet ile beslenenlerin bağırsaklarındaki bakteri zenginliği ve çeşitliliği, hayvansal kaynaklı protein ve yağdan zengin diyetle beslenenlere göre daha yüksek bulunmuştur.
Diyetle yetersiz posa alımının mikrobiyal çeşitliliği azalttığını ve mikrobiyota kompozisyonunda önemli değişikler oluşturduğunu gözlenmiştir.
Bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesinde, diyet protein miktarının gereksinmenin üzerine çıkmayacak şekilde sınırlandırılması ve bitkisel protein kaynaklarının da diyete eklenmesi önemlidir.
Çalışmalarda yüksek yağlı diyet tüketiminin mikrobiyal çeşitliliği azalttığı bulunmuştur.
Meyve ve sebze(özellikle üzüm, elma, yaban mersini, ahududu, böğürtlen, mango, narenciye, yeşil sebzeler vb.), tam tahıl, baharatlar(tarçın, biber, zerdeçal, biberiye vb.), çay, kahve, kakao gibi çeşitli bitkisel kaynaklı besinlerde yaygın olarak bulunan polifenollerin büyük kısmı buradaki mikroorganizmalar tarafından aktif formlara dönüşmektedirler.
Bağırsaktaki bakterilerin K vitamini ve bazı B grubu vitaminlerini sentezleyebilme yeteneğine sahip olduğu bilinmektedir.
Prebiyotikler bağırsaktaki immun ve metabolik fonksiyonlar üzerine faydalıdır. Prebiyotiklerin doğal kaynakları arasında muz, elma, çilek, enginar, kuşkonmaz, soya fasulyesi, tam buğday, arpa, keten tohumu, badem ve ceviz yer almaktadır. Probiyotiklerin(yoğurt, kefir vb.) Chron’s hastalığı, ülseratif kolit ve irritabl bağırsak sendromu gibi gastrointestinal sistem hastalıklarındaki tedavi edici etkileri ve obezite gibi pek çok hastalık üzerindeki olumlu etkilerini bağırsaktaki bakteri kompozisyonunu değiştirerek yaptığı kabul edilmektedir.
Özetle bağırsak mikrobiyatasının sağlığı, dengesi ve çeşitliliği için yüksek posalı, düşük yağlı, Akdeniz tarzı beslenme ve pre- ve probiyotikleri kullaımı ve polifenol içeriği yüksek besinlerin tüketimi çok önemlidir.
Sağlıkla kalın..
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.